29 Kasım 2009 Pazar

İngiltere'ye gidip Roma hamamında terlemek




















On yıl aradan sonra yine bir kış ayında Londra'daydım. Ama bu sefer daha şanslıydım çünkü yüzde 75'lere varan 'sale' dönemine rastgeldim. Dükkân dükkân dolaşmak, alışveriş yapmak çok zevkliydi. Ama paralar suyunu çekip kredi kartı limiti zorlanınca şehir dışına çıkmak, kültür turlarına beklenenden hızlı geçmek farz oldu.

İLK DURAK WINDSOR

Windsor, aynı adlı kalenin altında adeta 'ezilen' bir kasaba. Windsor Kalesi'nde Kraliçe'nin yazlık mekânı olarak kullandığı bölüme girmek yasaktı. Ancak demir parmaklıklı kapının ardından fotoğraf çekilebiliyordu. Turistlerin gezebildiği müze bölümünde ise en çok ilgimi çeken Kraliçe Mary'nin Bebek Evi'ydi. Sir Edwin Lutyens tarafından 1924'te tasarlanmış bu bölüm. Her parça 1:12'lik oranla yapılmış. En ince ayrıntısına kadar her şey vardı bu 'küçük' sarayda. Kral'ın, Kraliçe'nin, çocukların, çalışanların odasının minik birer kopyası, sadece küçükleri değil, herkesi çocukluğuna götürüyordu.
Bir de Kraliçe Elizabeth'in ve atalarının evlilik hikâyeleri ile fotoğraflarının yer aldığı bölüm çok ilgi çekiciydi. Kraliçe Elizabeth eşi Prens Philip ile tanıştığında henüz 13 yaşındaymış. Prens de 18 yaşında bir askeri öğrenci... Görüşmüşler, birbirlerini beğenince de 5 yıl sonra nişanlanmışlar... Biraz görücü usulü koksa da bir çeşit prenses masalı yani...
China denilen Porselen odasında ise yüzlerce yıllık çini işleri vardı. İçlerinde İznik çinilerini gördüğümde bayağı bir gururlandım. Buradaki porselenler kraliyet düğünlerinde kullanılmış. Yani şimdi kilitli camların ardında sessiz dursalar da her birinin bir hikâyesi vardı.
Dışarıda nöbette duran 'ciddi' İngiliz askeri ise belki tarihinde ilk kez güldü. 3.5 yaşındaki oğlum Derin kendisine Türkçe "Sen süs müsün?" diye sordu. Eniştesi de bunu oradakilere İngilizce olarak aktarınca, asker bile kendini tutamadı!

OXFORD CITY

Adını nehir geçmeye uygun yer anlamına gelen 'a ford for oxen'den alan şehir, dev bir üniversite kampusu aslında... Christ Church'a gittik; Harry Potter filmlerinin çekildiği okula. Harry Potter'in hani şu büyülü yiyecekleri yediği yemek bölümünde dolaştım. Ancak duvarlarında, filmdeki gibi hareketli büyücülerin değil, tarih içinde okulun öğrencisi olmuş ünlü isimlerin resimleri vardı. Girişte asılı yemek mönüsüne bakılırsa orada öğrenciler büyülü olmasa da yemek yemeye devam ediyordu.

VE BATH...

Londra'ya arabayla 2.5 saat uzaklıkta, Avon vadisine kurulmuş 'küçük' bir şehir. Yani baştan başa dolaşsanız 1 saati bulmaz gezmeniz. Ama garip bir çekiciliği var. Avon nehri kentin içinde usul usul akıyor. Bizim gittiğimiz dönemde nehir biraz yükselmişti. Normalde yürüyüş yapılan alanlar, oturulan banklar sular altındaydı.
Bath'ın Romalılardan kalma hâlâ ayakta duran bir hamamı var, adı da burdan geliyor zaten. Ve bu hamam, Kuzey Avrupa'daki en iyi korunmuş arkeolojik yerlerden biri olarak hayranlık uyandırıyor. Daha da ilginci müze şekline getirilmiş hamama girişte Türkçe bilgilerin yer aldığı bir broşür bile veriliyor.
Bath'taki Romalı şifalı su merkezi, İngiltere'nin M.S. 43'te Romalılar tarafından işgalinden sonra kurulmuş. Adını da Romalı tanrıça Minerva'nın Kelt karşılığı olan Pınar tanrıçası Sulis'ten almış.
Romalılar girince pagan tapınağı yıkılmış, hamamlar çökmüş. Kral Hamamı 12. yüzyılda doğrudan kutsal kaynağın üzerinde inşa edilmiş ve şifalı banyolar yüzme amaçlı kullanılmış. 18. yüzyılda şifalı su içmek moda olunca Kral Hamamı'nın yanına Pompa Odası yapılmış.
Roma Hamamı'nın bir kısmının ilk 'yeniden' keşfi 18. yüzyılda gerçekleştiyse de, Roma ören yerinin boyutu o zamanlar anlaşılamamış. Roma Hamamı'nın büyük kısmının kazısının tamamlanması ve ören yerinin gerçek boyutunun ortaya çıkması, ancak 1880'lerde gerçekleşmiş.

Romalı karakterler

Müzenin içinde ekranlar vardı. Çocuklar için özel olarak bir animasyon yapılmış. Romalı karakterler, hamamın tarihini anlatıyor, bölümler hakkında bilgi veriyordu. Büyükler için de istedikleri bölümün numarasına basarak dinleyebilecekleri bir aletten istediğiniz bilgiye ulaşabiliyordunuz.

Dejavu duygusu

Kazılarda çıkan paralar, taşlar, mozaikler evet ilgi çekiciydi... Minerva'nın yaldızlı bronz başı da güzel ve ürkütücüydü. Ama hamamı görünce her şey değişti. Gerçekten kendimi o döneme gitmiş gibi hissettim. Belki de o dönem giysileriyle ortada dolaşıp hamamın tarihini anlatan rehberdi bunu hissettiren; ya da belki benim bu havuzu yıllar önce rüyamda gördüğüm için yaşadığım dejavu duygusu... Bilemeyeceğim. Ama insan orada zaman tünelinden geçmiş gibi hissediyordu gerçekten de...

Dilek havuzu

Romalıların o dönemde dileklerinin olması için bozuk para attığı küçük havuz vardı ören yerinde. Bir de not asmışlardı yanına: "Zamanında Romalılar dileklerinin olması için bu havuza para atıyordu. Siz de para atarak, kazılar için bize yardımcı olabilirsiniz" diyen... Havuza para atma işini en çok Derin sevdi... Attığı her parada da bir oyuncak diledi:)
Çıkışta Pompa Odası'nda hamamdan çıkan şifalı suyu da denedim. Paslı demir gibi kokuyordu. Ama ben burnumu tıkayıp bütün bardağı kafama diktim. Oraya kadar gidip o suyu içmeden dönmek olmazdı.

Jane Austen'in evi

Şehri turist otobüsleriyle de gezdik. Ama dedim ya küçücük bir şehir. Yani bir saati geçmez yaya olarak gezip bitirmek. Ama tur otobüsünde, her yeri ikişer üçer kez gezdirerek, her ayrıntı için dakikalarca durup anlatarak haklarını verdiler doğrusu. Mesela ünlü yazar Jane Austen'in şehre geldiğinde kaldığı evi gösterdiler. Ayrıntılarıyla anlatarak...

Nicolas Cage'in 6 numarası

18. yüzyılın başlarında sosyetenin ünlü simaları İngiltere'nin bir numaralı hamam kenti olan Bath'a gelirmiş. Yöredeki Yaşlı ve Genç iki mimar John Wood tarafından yapılmış büyük bal renkli kireçtaşı George dönemi terasları şehre bugünkü kalitesini getirmiş.
Bir de orada Roma dönemini yansıtan mimarisiyle ilgi çeken evleri tek tek anlattılar. Üzerinde numarası yazmayan 6 numaralı evin Nicolas Cage'e ait olduğunu, orayı 6 milyon pound'a aldığını da söyledi rehber. Ve bence herkes en çok bu bölümü ilgiyle dinledi.

UNESCO dünya mirası bölgesi

UNESCO dünya mirası bölgesi olan Bath, göz alıcı George dönemi mimarisi, Roma banyoları, üniversitesi ve muhteşem vadi manzarasıyla gerçekten görülesi bir şehir. Ama daha da önemlisi, burayı yönetenlerin müzede sergiledikleri yaklaşım ve otobüs turlarının kalitesi, küçücük bir kentin nasıl bir turizm harikasına dönüştürülebileceğini gösteriyor insana...

NOT: Bu yazının biraz kısa şekli 24 Ocak 2009 tarihli Milliyet Cafe ekinde çıkmıştı. O zaman bir okuyucu sormuştu "Dejavu ne demek?" diye... TDK'nın internet sitesinden alıp yazıyorum: Bir yeri daha önce görmüş olma veya bir olayı daha önce yaşamış olma duygusu.

2 yorum:

  1. Yasemin, ne güzel anlatmışsın, kuş gibi uçup gitmek oralarda olmak istedim. Sevgiler... Dokuzuncubulut

    YanıtlaSil
  2. Ben de çok beğendim Yasemincim. Eline sağlık... Ne güzel gidip gördüğün yerleri hep böyle yaz :)

    YanıtlaSil